main-banner
“’İletişim’ (communication) ve ‘topluluk’ (community) sözcükleri aynı köke sahiptir. Nerede “iletişim” varsa orada bir “topluluk” da vardır. Ne zaman bir topluluğun iletişimini engellemeye, kısıtlamaya ya da erişilmez hale getirmeye çalışırsanız, topluluk varlığına saldırdığınızdan dolayı kendisini savunacaktır…”
Bruce Sterling – The Hacker Crackdown
Daha önce “Wordpress” , “Google Groups”, “Blogspot” gibi geniş paylaşım platformlarına yönelik erişim engelleme kararlarına bir yenisi eklendi ve “Google Sites” kapatıldı. Türkiye’den “Google Sites” sayfasına girmeye çalışan kullanıcılar, “Denizli 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 24/06/2009 tarih ve 2009/392 nolu KORUMA TEDBİRİ kapsamında bu internet sitesi (sites.google.com) hakkında verdiği karar Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nca uygulanmaktadır.” mesajıyla karşılaşıyor.
Google’un “sites” alt alanı, bir tür blog servisi gibi hizmet veriyor ve insanlar bu alt alanda, html kodlama gibi uzmanlık isteyen işlerle uğraşmadan kendilerine ait web sitesi yayınlayabiliyor. Dolayısıyla kapatılan sadece bir web sitesi değil, yüzlerce, binlerce kişinin kullandığı bir yayın platformu. Şikayet konusu olan siteyi bilmiyoruz; ama hep yapıldığı gibi, söz konusu siteyle hiç ilgisi olmayan çok sayıda kullanıcı mağdur edilmiş durumda. Daha önce de defalarca yazdığım, çoğumuzun da yazdığı gibi, “nesne temelli erişim engelleme” uygulanabilir ve bu kadar geniş bir platformu engellemek yerine sadece şikayete konu olan sitenin erişimi engellenebilirdi. O sitenin sahibi de dilerse bu karara itiraz edebilr, hukuki süreç işleyebilirdi.
Burada resmen bir sansür olayı ile karşı karşıyayız. Bu devasa platformun neden kapatıldığını bilmiyoruz. Bu bize söylenmiyor. Koruma tedbiri kararının içeriğine ulaşamıyoruz. Sadece tahminler yürütüyoruz. O platformda benim de sitem var. Bu kararın benimle ne ilgisi var? Ben ne diye mağdur ediliyorum? Beni niye cezalandırıyorsunuz? Bunun neresi hukuki? Bu durum, “kanunsuz suç olmaz” ilkesiyle açıkça çelişmiyor mu? Kanuna göre suçlu kimse gidin onu cezalandırın! Benim ne suçum var?
İnternet hukuku konusunda uluslararası standartlar getiren çalışmaların gerçekleştirildiği Harvard Hukuk Fakültesi “Berkman Center”dan John Palfrey, ünlü 5651 sayılı yasamız ile ilgili olarak, “Türkiye çıplak bir kararın eşiğinde” diyor. Palfrey, “OpenNet” ekibinin ortak ürünü “Access Denied” (Erişim Engellenmiştir) adlı kitabın tanıtımı için ülkemize yaptığı ziyaret sonrası izlenimlerini kaleme almış. Yazar, 5651′in özellikle şu açılardan sansür yolunu açtığını düşünüyor: internet denetimi konusunda otoriteye verilen neredeyse sınırsız yetki; tek bir adresin değil tüm alanın erişiminin engellenmesi; uluslararası içerik sağlayıcıların Türk otoritelerine kayıt yaptırmak zorunda olmaları…
Palfrey’e göre Türkiye, bazı insanların zararlı şeyler yapmaları ve söylemeleri riskini göze alarak inovasyon ve yaratıcılığı getiren internete açılmak ile yeni teknolojiler de dâhil olmak üzere devasa internet alanlarını yasaklamak arasında seçim yaparken yalnızca ülkenin geleceği konusunda bir karar vermiş olmayacak; bu karar aynı zamanda internetin geleceğini de etkileyecek. Eğer Türkiye sansür, denetim ve gözetim toplumları ligine geçerse, bu, interneti yerel ağlara bölmek yolundaki küresel eğilimi körükleyecek: “Dünya çapında ağ”, yerine “Çin çapında”, “İran çapında”, “Türkiye çapında” bir sürü küçük ve “denetlemesi kolay” ağ… Bu son karar Türkiye’de “otorite”nin seçimini net bir şekilde gösteriyor: İnternet sansürü…
Sansürden kurtulmak için ne yapılması gerektiği açık: “gayrı sivil” anayasamızın bile koruduğu “ifade ve iletişim özgürlüğü” ile açıkça çelişen yapısı gereği 5651 acilen kaldırılmalı ve yeni bir düzenlemeye gidilmeli; hakaret nedeniyle erişim engellemeye gitmek yerine nesne engelleme yapılmalı; Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu yeniden gözden geçirilmeli; internet ile ilgili davalara bakacak ihtisas mahkemeleri kurulmalı. Ama öncelikle internet sansürünün bu ülkeye maddi ve manevi olarak neye mal olduğunun hesabı bir çıkartılmalı, ki soralım…
Bu işin hukuki kısmı. Bir de sosyal boyutu var. Türkiye’de internet nüfusu neredeyse dörtte bire ulaştı. Ama bu kitleye “nüfus” demekten hala çok uzağız. İnternetten hayatını kazananlar bile bu sansür karşısında seslerini çıkarmıyorlar. İki gündür “Friendfeed” ve “Twitter” platformlarında yapılan tartışmaları izliyorum. Elbette bir katılım var, insanların çoğu da sansüre karşı, ama çoğu “internet profesyoneli” (bu da ne demekse artık!) her zamanki geyiklerini döndürmeye devam ediyor. Bunun bir açıklaması bu güzide kitlenin tünel, kalkan, opendns vs. kullandığı için bu dünyevi meseleye uyanamamış olması olabilir. Ama sosyal ağlarda “kim benim için ne dedi” avında oldukları için tartışmaları kaçırmış olmaları imkansız. Bu “profesyoneller”, geniş kitlenin, yani onların “hedef kitlesinin” bir süre sonra “viral kampanyalarıyla” tanışamayacak hale gelmesini de umursamıyorlar acaba?
Bu kitleye en güzel uyarıyı “Elma+Alt+Shift” blogunda Fırat Yıldız yapmıştı: “Konkurlarla ilgilendikleri için pek meşgul olan sevgili dijital ajanslar; internetin ne kadar önemli olduğunu henüz idrak edemeyen ve reklamcılığın sadece tv/basın olarak gören sevgili reklam ajansları; yine internete banner veren, oyunlu, hediyeli vs. site açan, mikro site kuran, blogları kullanan, viral reklamlarını yaymak dışında hiçbir şekilde harekete bile geçmeyen sevgili reklamverenler; büyük internet haber portalları, online marketler; internet girişimcileri, pazarlamacılar, bilgisayar mühendisleri, teknoloji şirketleri; sanatçılar, müzisyenler, yazarlar, gazeteciler… Ne zaman uyanacaksınız?”
Ne zamanki bizim internet kullanıcılarımız bir nüfus olduklarının bilincine varacaklar, iletişimin olduğu her yerde bir “topluluk” da olduğunu anlaycaklar, o zaman bir topluluk gibi davranmaya başlayacaklar… diye umuyorum.