main-banner
rh+ Sanart, Eylül 2008, S: 54, sf. 20-25
Sanat ve dil arasındaki karmaşık ve katmanlı ilişki sanat hakkındaki teorik literatürün ayrıcalıklı bir bölümünü oluşturur . (1) Bu doğaldır, çünkü sanat “medyum”suz yapamaz ve sanatın medyumla ilişkisi dil(ler) ile olan ilişkisine bağlıdır. Sanat, ister nesne üretsin ister üretmesin, kendisi sayesinde vücut bulduğu, içine nüfuz ettiği veya sızdığı ya da yaratılmasına katıldığı medyumla ilişkisini dil içinde kurar. Bu dil(ler) semantik, plastik, görsel, işitsel, eylemsel (kinetik) veya teknolojik olabilir ya da tümü / bir kısmı etkileşim içinde bulunabilir… Sanatın yaptığı da genellikle budur: dilleri etkileşim içine sokmak ve yüzleştiği bu kaosu anlamaya/anlamlandırmaya uğraşırken yeni diller kurmak, yeni düzenlemeler (agencement) türetmek, yeni kaçış çizgileri bularak bu düzenlemelerden özgürleşmek…
Sanatın dil ile olan ilişkisi, kullandığı medyum kadar yaratım süreciyle olan ilişkisini de belirler. 20. Yüzyılın avangart akımları, farklı dillerin iç içe var olduğu ve yaratım sürecine izleyiciyi de katan işleriyle, sürecin bitmiş işten (nesneden) daha önemli olduğu vizyonunu miras bıraktı. Sanatsal dil yaratım sürecini bakışa açar. Nesne ise bu süreci örterek, gizleyerek “değer” kazanır. Sanatın nesne üretirken bile nesneden özgürleşmesinin arkasında yine bu dil bağı bulunur. Sanat üretilen “iş”te konuştuğu dili görünür kılarak süreci dışa vurur ve işin nesneye dönüşmesine engel olur. Bir Rönesans resmindeki boya katmanlarını kat eden fırça darbelerini, bir Bacon resmindeki akışkanlığı, bir Dada sistemindeki işlemselliği düşünün. Performans sanatı ise, eylemi bir dil ve bedeni bir medyum olarak “kullanırken” nesneden kurtulup süreci plastikleştirmeyi hedefliyordu. Ama Joseph Beuys’un deyimiyle sürekli devinim içinde olan bir “sosyal plastik”ti bu . (2)
Performans sanatçısı Marina Abromovic’in öngörüsü gerçekleşiyor sanki: “21. Yüzyılda sanat nesnesiz olacak. Nesneler aslında izleyici ile sanatçının niyetleri arasında birer engel. İzleyici ve sanatçı arasındaki dolaysız enerji alışverişi için nesneler aradan çekilmek zorunda.” (3) Bu yüzyıl başında sanat giderek “makinedeki hayalet” haline geliyor, sanatçı da bir tür “ağ göçebesi”.
1980’lerde ilk kıpırtıları başlayan ve 90’lı yıllarla “sanat sahnesine” çıkan “ağ sanatı”, teknolojik dillere ayrıcalıklı bir rol yüklüyor, diğer dilleri de (plastik, sosyal, semantik vb.) teknolojik diller aracılığıyla dönüştürüyor. Ağ üzerinde sanat artık nesne değil süreç (ya da “işlem”) üretiyor. (4)
Bu durumu anlamlandırmak için konumlanması gereken birkaç kavram var. Bunların ilki, Fluxus sanatçısı Dick Higgins’in1964’te yeniden canlandırdığı “InterMedia” (mecralar arası) kavramı. Özellikle performans sanatı için ayrıcalıklı bir konum kazanmış olan ve birer iletişim ortamı olarak “medyum”ların kesişme ve etkileşimiyle yeni işlevler kazanmasını temsil eden bir kavram olarak, her türlü sanatsal ifadenin vücut bulabileceği “plastik” bir “gramer”e referansta bulunur. Bu kavram “ara-da olma”yı, “ara-varlık”ı anlamlandıracak ve ifade edecek göçebe dili, üslubu, tarzı konumlar. Kavram, yalnızca farklı sanat dillerinin arasında gidip gelen, onları sürekli birbirlerine bağlayarak ya da aralarındaki karşıtlıklardan yararlanarak yeni dile getirme yolları keşfeden bir “ara-dil”i belirtmenin ötesinde, sanatın yüceltilmesi ve sonrasında giderek çoraklaşmasına uzanan, steril, kimi zaman da faşizan yolu tersine yürüyerek, ara patikalara girmeyi, tekerlek izlerinden sapmayı göze alarak, sanatsal eylemler ve gündelik hayat pratikleri, sanatsal dil ve sosyal süreç, sanat ve politika arasında, kısaca sanat ve hayat arasında göçebe, akışkan bir akımlar ağının tecrübe edilmesine referansta bulunur. “InterMedia”, bir sanat akımı, bir sanat yapma türü, bir sanatsal dilden çok; hayat, dil, birey ve topluluk arasındaki ilişkileri hakikatle aynı özden ilmeklerle, diller ve medyalar arasında kodlanmamış, dolayısıyla da deşifre edilme gereği duyulmayacak bağıntıları kullanarak dokuyan bir “ağ bilgisi”dir.
Bu kavramların ikincisi müzikten ödünç alınan “InterMezzo” kavramı (5) . Müziğin akışkanlığını sağlayan, ritimler arasında ara-ritim kıvraklığında göçebe bağlar dokuyan bir düzene referansta bulunur. “InterMezzo” kavramının müzikal bağlamını genişletir ve disiplinler arası bir etkileşime sokarsak, serbest vezinde kurulmuş, hiyerarşik olmayan bir “katmanlar” çoğulluğuna referansta bulunuruz: “Bölüm”lerden değil, birbirlerinden bağımsız, aynı göçebe bakışın mekânları olabilecek, “başı ve sonu olmayan, ama hep ‘arada’ olan” “yoğun süreklilik bölgeleri”nden, “geçici otonom bölge”lerden (6) oluşan bir “arabölge” (7) ; hep aradan akan, düşünceyi her yandan topladığı zihinsel alüvyonla verimli kılan bir zihinsel akımlar deltası… “Intermezzo” kavramı ile, “dır” fiili yerine “ve” bağlacıyla iş gören, gösteren’in egemenliği yerine bildirim’in özgürlüğünün geçtiği bir akımlar şebekesi olarak düşünebiliriz dili; bu dil, hareketli, otonom zihinsel bölgeler arasında etkileşim kuran bir “ağ mantığı”; göçebe bir düşünce, bir tür “göçebebilim” in dilidir.
Bir başka kavram da botanikten ödünç alınmış “köksap” (rhizome) kavramıdır (8). “Bir köksap ne başlar ne de biter. O hep ortadadır, şeylerin arasında, bir ara-varlık, interMezzo. Ağaç soy zinciridir, ama köksap birleşmedir, yalnızca birleşme.” “Köksaplı yönelim”, şeylerin arasında kayarken, ağ düğümü olarak “VE” mantığıyla “ontolojiyi tersine çevirmek, temeli azletmek, sonu ve başlangıcı iptal etmek”tir. “Orta-yer, artık ortalama anlamına gelmez. Tersine nesnelerin hız kazandığı bir alan olup çıkar. Şeyler arasında, bir yerden bir başkasına giden, yeri saptanabilir bir ilişki türü değildir. Bir sarkaç salınımıdır, bir o yana bir bu yana süregelen bir hareket. Başı sonu olmayan, kıyılarından taşan ve ortasında her zaman daha hızlı coşan bir akarsu.” Kökü seyyare, herhangi bir noktası başka herhangi bir noktasıyla bağıntılanabilecek, sapıyla uzayan, yayılırken kök söktüren, yörünge kaçkını “yersizyurdsuzlaştırma (déterritorialisation) vektörleri” (9) üzerinde kayan ayrık otu; heterojen bir “ara-varlık”: birbiri üzerinde kayarak ilerleyen farelerin oluşturduğu sürü; çete bağıyla hareket eden kurt sürüsü; akıncıların sızma hareketi; bilgi ve iletişim teknolojilerinin “organik-olmayan bir hayat” bulduğu “silisyum-düzenlemeleri”ni kat eden bildirim sürülerinin hareketi; gerilla hareketleri…
Son kavram ise “akım-dil” (flux-language) (10). “Yersizyurdsuzlaşma”, alışılageldik “dil sistemleri”nde imleyen-imlenen formülüne bağlı olarak birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılan ‘ifade’ ve ‘içerik’i öyle geçirgen bir komşuluk ilişkisine sokar ki, aralarındaki ayrım kalıcı olmaktan çıkar. İfade ve içerik, imleyenden vazgeçerek, Hjelmslev’in dil kuramında haber verdiği akışkan ilişkiyi kurarlar. Sürekli birbirleri “haline gelirler”. Dil, ifade ve içerik akımlarının süreğen sistemi haline gelir. “Intermedial” dilin dile-getirme ve düşünce arasında kurduğu anlık hayati ilişki “sürekli birbiri haline gelme” ilişkisidir. Dil, bu akımlar mantığında bulur göçebe gramerini… Bu Akım-Dil, hayat – hakikat – sanat arasında akan kesintisiz bir “haline-gelme” sürecidir.
Bu dört kavram, ağ içinde sanatın kurduğu “göçebe dil”i anlamlandırır. İktidar aygıtının bireyleri yersizyurdsuzlaştırdığı, ama bunu onları “mülkiyet”, “para”, “statü” ya da “meslek” gibi kimlik konumlamalarıyla yeniden “yerli-yurtlu” kılıp, daha doğrusu “yurt” simülasyonlarına bağlayıp denetim altına almak için yaptığı ve çoğunlukla da başarısız olup bireyin kaçış çizgilerini şiddetle, terörle kesmeye çalıştığı bir dünyada, bu göçebe dil, dillendirdiği başka bir hakikatle, bu çatışmaya koşullanmış durum karşısında hakiki bir “duruş” alma imkânı sağlar. Çoğullukların, çocuk, kadın, erkek, hayvan-oluşların birbirine geçerek, tektip “normapatolojik” bireysel gettolarımızdan kaçış çizgileri açtığı, kesişen yersizyurdsuzlaşma vektörlerinin göçebe ağlar kurduğu başka bir dünyanın hakikatini dillendirerek duruş alma imkânını…
Sanatın ağ içinde kurduğu göçebe teknolojik dil bir “hiper-dolayım”ı (hypermediacy) mümkün kılar. İnternetin hiper-medyumunda, HTML (dil) , TCP/IP (protokol), DNS (düğüm) takımyıldızlarından oluşan hiper-galakside sanat, “intermedial” bir gramer ve “köksapsı” bir dolaşım hareketiyle “intermezzo” bağlantılar üzerinden kayarak göçebe bir “akım-dil” kurar ve bu dil sanatın hem “nesnesi” hem de “süreci”dir.
Sanat ve ağdan söz ettiğimizde teknoloji ve sanat ilişkisini konumlandırmak gerekir. Ağ sanatının teknolojiyle ilişkisi, sanatın teknik ile kurduğu çok eski ilişkinin yeniden canlandırılmasıdır bir bakıma; bu bağlamda daha çok Heidegger tarzı, “teknolojik kuşatma”yı boşa çıkaracak bir “poiesis” (sanat) ve “techne” (teknik) ilişkisine referansta bulunur (11); ya da Foucault’nun gördüğü gibi, araçsal aklın şiddet yüklü alanından çok “şeyleri yapma tarzı” olarak “techne” kavramını ayrıcalıklı kılar . (12) Ağ sanatı teknolojiyi bir gündelik hayat pratiğine, “öteki”ne dönüşmek için kimlik politikalarını ve Kartezyen “ikili mantığı” içinden oyan yaşamsal bir stratejiye, ağ üzerinde “geçici otonom bölge”ler yaratarak insanlarla buluşmasını sağlayacak bir akımlar mantığına dönüştürür.
“Sanat” ve “teknoloji” ilişkisinde kategoriler ve türler çeşitleniyor: “Etkileşimli sanat”, “internet sanatı”, “elektronik sanat”, “yeni medya sanatı”, “dijital sanat”, “multimedya sanatı”, “bilgisayar-temelli sanat”, “işlemsel sanat”, “telematik sanat”, “oluşumsal (generative) sanat”, “enformasyon sanatı”, “sanal gerçeklik (veya “genişletilmiş gerçeklik”) sanatı”, “yazılım sanatı”, “e-posta sanatı”, “veri sanatı”, “viral sanat”… hatta “siberformans”, “tele-kinetik heykel”, “ağ-şiiri”, “yapay zeka happening’i”, “sanal dünya performansı”, “siber-beden sanatı”, “bilgisayar-oyun-sanatı”, “etkileşimli multimedya enstalasyonu”, “sosyal ağ plastiği”, “robotik sanatı”, “genom sanatı”, “hack’leme sanatı” vb… Bunların hemen hemen tümü şu ya da bu biçimde ağ, özel olarak da bilgi ve iletişim teknolojileriyle kurulan küresel ağ ile ilişkilendiği için, “ağ sanatı” terimini kullanmak doğru görünüyor. Ağ, gerçeklik üzerinde, içinde, etrafında ikinci bir “sanal” gerçeklik” yarattığı için de, bu sanatı “sanal” olarak adlandırabiliriz. “Sanal” evet, ama “gerçek”… Çünkü bu sanat gerçeklik üzerinde gerçek etkilerde bulunur. Artık hayatımızı kuşatan ağın da yaptığı gibi…
Sanat, “gerçeklik” ve “sanallık” arasındaki bildik kutuplaşmayı reddeder ve ikisinin arasında geçişken bir algıyı(hiper-algıyı) ortaya koyar. Bu bağlamda, “ağ” gerçektir, gerçekliğin temsili değil. Enformasyon matrisi içinde sanat “nesnesiz nesneler” (sanal nesneler) yaratır; yaratımı işlemin kendisidir ve ağ yapısından ötürü doğasında etkileşimlidir. Ağ üzerinde sanat, tıpkı “makinedeki hayalet” gibi, ağ üzerinde insana ulaşır. Ağa bağlı insan, bir tür “insan-sonrası”dır (posthuman) . İnsan-sonrası, belki de en iyi ifadesini performans sanatçısı Stelarc’ın işlerinde bulur. Stelarc, kendisini harekete geçiren temel itinin, bedenin aşılabilir ve atıl olduğuna duyduğu inanç olduğunu söyler. (13) “Amacının ‘bir düşünceyi, onun dolaysız deneyimiyle ifade etmek’ olduğunu belirten Stelarc, bunun yolunu siber ağa, sanal şebekeye dolaysız olarak bağlanmakta, bedenini siber sistemlerle uzatmakta görüyor.” (14) Bedenin uzantısı olarak ağa bağlı protezler performans sanatının ağdaki en ilginç ifadelerinden biri. İlk bakışta fütüristik gelen bu yaklaşım, Palo Alto’daki teknolojik inovasyon üssü Xerox Park’ın baş bilim adamı Mark Weiser’in beden ve ağ arasında kurulan “rahat teknoloji” (calm technology) ilişkisinde “bilgisayarların her yerde” (ubiquitous computing) ve “bedenin de bir dijital arayüz haline gelmekte” olduğundan 1996’da söz ettiğini bilince gerçeklik kazanıyor. (15) Sanat artık genlerle, nano-teknolojiyle, deri altı RFID çipleriyle, hiper-algı makineleriyle, kablosuz GPRS sistemleriyle, gözetim teknolojileriyle oynuyor ve sanılanın aksine bunu yaparken insanı insanlığından soymak bir yana, tam da “makinedeki hayalet” gibi küresel kapitalizmin araçsal aklını “hack ‘liyor”, bir “ağ gerillası”na dönüşüyor. Örneğin, Brett Stalbaum’un bir “elektronik sivil itaatsizlik” eylemi olarak ürettiği etkileşimli “Zapatista Tactical FloodNet” projesi Meksika hükümetine ait web sitelerine yönelik bir DOS (Denial of Service) saldırısı başlatarak sistemlerin “bu sitede insan hakları bulunmamaktadır” tarzı hata mesajları vermesine neden oluyor. (16) Marie Sester’in “ACCESS ” projesi, tele-gözetim sistemlerine sızarak kamusal alanlardaki insanların üzerine bir spot ışığı düşürmenizi ve yalnızca onların duyacağı fısıltılar göndermenizi, böylece gözetlendikleri gerçeğini sarsıcı bir biçimde hissetmelerine yol açmanızı mümkün kılıyor. (17)
Ağ sanatı, Dada’dan Pop Art’a, Kavramsal Sanat’tan Video Sanatı’na, Performans Sanatı’ndan Hacker Etiği’ne çok katmanlı bir geçmişe sahip ve içinde yaşadığımız küresel kapitalizm ağının içindeki göçebe ve muhalif bir hayalet. Elbette bütün bu sanat akımları kadar sistemik ehlileştirme riskine açık bir hareket, ama aynı zamanda bir o kadar da yoldan çıkarma kapasitesine sahip. Ne de olsa, Fluxus sanatçısı Robert Fillou’nun deyişiyle, “sanat, hayatı sanattan daha ilginç kılmaktır.”
Dada’dan sürrealistlere, fütürizmden Bauhaus’a coşkulu düşüncenin ve “neşeli bilgi”nin ütopyaları, 2. Dünya Savaşı’nın uzun ve derin acısının karanlığında patlayan atom bombasının köreltici şokuyla soğuk savaş ortamının popüler algısını biçimleyecek paranoid distopyalarla yer değiştirdi. Önce 1950′lerin özgürlük yolları, sonra da 1960′ların iyimser coşkusu topluluk düşlerini bir ara havalandırdıysa da, Sovyetlerin Çekoslavakya’yı işgalinin ve daha sonra yuppie’lerin “borsa devrimi”nin kalıcı etkileri bu kez “küreselleşen” ve topyekun bir “bilgi ve iletişim ağı”yla kaplanan dünyamızda “topluluk gettoları” oluşturmaya başladı. Savaş giderek mikro olmaya, muhalefet geçici otonom bölgelerden oluşmaya ve iktidarın enformasyon dağılımından oluşan hızı “kaos pisikozu”ndan atalet üretmeye başlayınca, ütopyalar da distopyalar da, kimi zaman iç içe geçen paralel evrenlerde eşzaman boyutları içinde varolmaya başladılar. Yansıtıcı düzenekleriyle “gerçekliğimizi” sindirirken iç içe geçerek yeni evrenler kuran iki ağ, iki “matrix” gibi… Tıpkı 1920–1935 arasında, özellikle Avrupa’da ortaya çıkan bazı sanat hareketlerinin deneyimlerinin bugünü haber verircesine, “sınırda”, “ara-bölgede” denge ve birlikte-yaşam (symbiosis) kurmak arayışları gibi, bugün de özellikle iletişim yeteneği üzerine kurulu bir takım ” topluluklar”, bu kez yeni yüzyıla özgü ütopya ve distopyalar arasında farklı yaşam kolonileri oluşturma arayışındalar. Bunlar, bir yanda 50′li yılların farklılık ve eleştiri kuran sitüasyonizm, beat gibi oluşumlar, diğer yanda 1980′lerin finans-egemen popüler kültürüne muhalefet oluşturmuş punk, tekno-anarşizm vb. karşı-kültürlerden beslenerek, farklı ve kendilerine özgü -iletişim kültürünün simgeleriyle örülmüş- şebekeler kurmaya başladılar. Siberpunk, siber-sitüasyonistler, siber-anarko aktivistler, “hactivist’ler”, küreselleşme-karşıtları vb. toplulukların her biri kendilerine özgü algı ve iletişim evreninde bir araya gelip dağılmayı -paylaştıkları iletişim-egemen toplumun hızlı ritminde- sürdürüyorlar. Ağ sanatçıları kapalı bir topluluk oluşturmaktan çok bu geçici bölgelere dağılıyorlar. “Denetim mekanizmaları kendi viral etkilerini şebekenin tümüne salarken, bir yandan da kendisini dönüştürecek, mutasyon geçirerek yayılıp denetimi yeniden ele geçirecek bir anonim akla hizmet ettiklerinin farkında değillerdir. Ağın tümüne göz diken viral, sentaktik iktidar, varoluş/yayılış eylemi sırasında kurduğu sistemi başka viral etkilere de açar. Virüs virüsü dönüştürebilir. Denetim karşıtı viral etki, bulaşıcı düşüncelerle, merak “solucan”ları ve muhalefet etkileriyle yayılmaya başladı mı, durdurmak zordur. (…) Denetim merkezleri ve güvenlik uzantıları tüm şebekede bu zonları arar. Şebeke yeni düğümler, düğümlerden oluşan kompleksler ve veri bankalarıyla, alternatif şebekeler oluşturarak kesişen çokuluslu şirket ağlarıyla büyüdükçe, göçebe zonların sayısı da, anonim özgürlüğü ve etkisi de artar. (…) Enformasyon mülkiyetiyle can bulan yeni egemen sanal sınıflar, bilgiyi ve teknolojiyi tekellerine almaya çalıştıkça, bu viral zonlar söz konusu enformasyonu örten buzu deler, verinin kaynak kodunu kırarak şebekeye salar ve teknolojiyi erişilebilir kılar. (…) İnternet iyi ki e-ticaretten, sıkı denetlenen özel mülkiyete haiz kurumsal şebekelerden ibaret değil. ‘Sibernetik devletin kapalı devresinin etrafında, içinde, bir başka köksapsı ağ kuran, ona nüfuz ederek sürekli dönüşen ikinci bir uzay’… ” (18)
Papa’dan devlet liderlerine, uluslararası kuruluşların yöneticilerinden çokuluslu elitlere “sözcü ağızlar”, uygarlıkların, kültürlerin, coğrafyaların, toplumların arasında yeni duvarlar ören devasa bir inşaat şirketinin hakla ilişkiler diliyle konuşuyorlar. Bu söylem, küresel ekonominin denge oyunlarında son zamanlarda baskın çıkan taraf olan askeri-endüstriyel kompleksin, yani enerji-silah-kitlesel üretim-sağlık-iletişim-güvenlik-ulaşım kartellerinin meşruiyet zeminini, kamu(oyu)-pazar(lama)-talep ayağını da oluşturuyor. Tahterevallinin diğer “taraf”ı, yani finans-bilgi ve iletişim teknolojileri-biyogenetik-tarım-mikroüretim şebekeleri de artık karşı tarafla farklı ittifaklar kurduğundan, şimdilik durum pek de biz “sıradan küre vatandaşları”nın lehinde görünmüyor. Ama “sistem” dediğimiz şey, bize “istikrar” gibi görünen, aslında istikrarsızlık potansiyelini her an taşıyan, sistem tarafından kodlanan, kapsama alınan veya dışlanarak etkisizleştirilen bir akımlar mantığı, bir hareketler mekaniği ve aslında tam da bu yüzden bir denge-sizlik geometrisidir. Bu geometri bir ağ-yapısı ve sanatçı da bu yapıyı kıran bir “hacker”… Yaptığı, imkânlara açık olmak, sınırları aşan bağlantılar kurmak, iletişim halinde olmak, etkileşime girmek, kapsamak, kavramak, anlamak, çoğul olmak…Ağ sanatı “dır” fiili yerine “ve” bağlacıyla konuşarak etkileşim kuran, “ara bulan” bir sosyal linguistik. “Sanatdünyası. Teoridünyası. Medyadünyası. Enformasyondünyası. Turistdünyası. Olimpikdünya. Foxdünyası. Bushdünyası. Tekdünya. Sanatdünyası (herhangibirdünya) bir yer değildir; hakikati içselleştiren bir düzenleme sistemidir, şeyleri bilinir kılmak ve yerlerini saptamak için bir sınıflandırma prosedürüdür. Sanat söylemini oyuna sokma imkânının koşullarını belirler. Sınırlarda devriye gezer, söylemsel mekân önceden kaydedilmediği sürece kimsenin geçmeyeceğinden –ya da gitmeyeceğinden- emin olur. Yeniden giriş vizesi olmadan çıkış yok. Oyunun kuralları.” (19)
Hareket halinde bir ‘plastik’, kaygan, çoğulluklar arasında kayan çoğul bir dil, kurallarıyla değil değişkenliğiyle belirlenen ‘intermedial’ bir gramer… ‘Düşünceyi harekete geçirmek’ için, intermedial bir (plastik) grameri sürekli, her defasında başka bir tarzda yeniden keşfeden, sistemleşmiş olmayı umursamayan düşünceyi eyleme dökerek sürekli tecrübe eden bir dil, bir sanat… Terimin durağan anlamını içinden mayınlayan canlı bir “plastik”. Eylemde… Kuvvesinin farkında bir “fiil”. Düşünceyi hayati bir hakikat duyumuyla tecrübe eden bir “sanatsal” ifade… Başarı ya da sonuç gibi ölçütlerle iş görmeyen, tecrübeyi göze alan, eski tekerlek izlerinin kolaylığını bir yana bırakıp kendi açtığı yolda ilerleyen; yolunu yürürken, yolda kuran bir “göçebe” (sanat, politika, ekonomi, kültür)… Geçtiği yere temiz hava dolar. Arada olup, aradan geçerek, ikilemlerden kurtulup, kendi göçebe “yer”ini, “yersizyurdsuzlaşma vektörleri” ve arzuyla belirlenen “kaçış çizgileri” üzerinde kuran göçebe bir diller çoğulluğu… Göçebe kalın… Ağa girin ve hayaletle etkileşin…
Notlar
1 Konuyla ilgili genel bir sunum için bkz. G. L. Hagberg, Art As Language: Wittgenstein, Meaning, and Aesthetic Theory, Cornell University Press, 1995
2 Bkz. Joseph, Beuys, Par la présente, je n’appartiens plus a l’art, Editör: Max Reithmann, Çeviren: Olivier Mannoni ve Piere Borassa, L’Arche, 1988
3 “Marina Abromovic in Conversation”, New Moment, özel sayı:”La Biennale di Venecia”, N: 7, Spring 1997
4 Bkz. Burak Arıkan&Ali Miharbi, “İşlemsel Sanatlar Sunumu”, http://wiki.dugumkume.org/index.php5?title=%C4%B0%C5%9Flemsel_Sanatlar_Sunumu [Bkz. Etkileşimli Sanat için Sınıflandırmalar",http://dugumkume.org/etkilesimli-sanat-icin-siniflandirilmalar]
5 Gilles Deleuze – Félix Guattari, Milles Plateaux, Minuit, 1980
6 Hakim Bey, T. A. Z. The Temporary Autonomous Zone, Ontological Anarchy, Poetic Terrorism, http://www.hermetic.com/bey/taz_cont.html (Hakim Bey’in ufuk açıcı kavramı, şebeke-ağ içinde sürekli dolaşan ve kendisine geçici bağımsız bölgeler yaratarak faaliyet gösteren göçebe muhalefet odaklarını tanımlar)
7 William S. Burroughs, interzone, Viking Press, 1989
8 Gilles Deleuze – Félix Guattari, agy (İzleyen alıntı bu kitabın “rhizome” bölümünden kolajlanmıştır)
9 “Yersizyurtsuzlaştırma” (déterritorialisation), G. Deleuze ve Felix Guattari’nin “Anti-Oedipus” (L’Anti-Oedipe, Minuit, 1972) adlı eserlerinde konumladıkları bir kavramdır. “Térritorialisation”, yani “yerli-yurtlu kılma” anlamına gelen sözcüğün karşıtı olan bu kavram, iktidarın yerleştirme, bir düzene tabi kılma eyleminin tersini ifade eder. Yersizyurtsuzlaşma, iktidar kodlarının kırılarak göçebe arzunun devrimci kaçışına referansta bulunur. İkili, “Bin Yayla” (Milles Plateraux) adlı eserlerinde ise kavramı bu kez göreli ve mutlak yersizyurtsuzlaşma olarak ayırt etmişlerdir. Göreli yersizyurtsuzlaşmada her zaman bir yeniden-yerliyurtlu kılma varken, olumlu bir biçimde mutlak olanı, dünya ile kurulan bir “içkinlik alanı” içinde göçebe arzunun mutlak özgürleşmesini ifade eder. Bunun yanı sıra, olumsuz bir mutlak yersizyurtsuzlaştırma da söz konusudur.
10 Gilles Deleuze – Félix Guattari, agy; G. Deleuze, “Entretien 1980″, L’Arc No. 49, 1980, sf. 99-100
11 Konuyla ilgili derinlikli bir çözümleme için bkz. R. L. Rutsky, High Techne: Art and Technology From The Machine Aesthetic to The Posthuman, University of Minnesota Press, 1999 ; Edward A. Shanken, “Telematic Embrace: A Love Story? Roy Ascott’s Theories of Telematic Art”, http://telematic.walkerart.org/timeline/timeline_shanken.html
12 Bkz. Sue Golding, the eight Technologies of otherness, Routledge, 1997, sf. xiii ; Arthur Kroker, The Will to Technology and the Culture of Nihilism: Heidegger, Nietzsche and Marx, University of Toronto Press, 2004, chapter 8: “The Digital Eye”
13 “Extended-Body: Interview with Stelarc”, Paolo Atzori – Kirk Woolford, CTHEORY, e-zine, http://www.ctheory.net/articles.aspx?id=71
14 Özgür Uçkan, “68 – 98 / ‘Kaotik Retorik’”, Sanat Dünyamız – Dosya: Performans, Sayı:67, Yıl: 1998, YKY Yayınları, İstanbul. sf. 201
15 Mark Weiser & John Seely Brown, “THE COMING AGE OF CALM TECHNOLOGY[1]“, Xerox PARC, October 5, 1996, http://www.ubiq.com/hypertext/weiser/acmfuture2endnote.htm
16 Brett Stalbaum, Zapatista Tactical FloodNet, http://www.thing.net/~rdom/ecd/ZapTact.html
17 Marie Sester, “ACCESS ” project, http://www.accessproject.net/
18 Özgür Uçkan, “Hacker’lar: Viral Kültürün ‘Semantik Gerillalar’ı mı, Enformasyon Toplumunun Veri Hırsızları mı?”, Est&Non, Sayı:6, Ekim-Kasım 2000 (net sürümü: http://www.geocities.com/guncelsanat/ou.htm [kapandı], http://ozguruckanzone.blogspot.com ve KaotikRetorik:http://kaotikretorik.wordpress.com)
19 Susan Buck-Morss, Küresel Bir Karşı Kültür, Çev. Süreyya Evren, Versus, 2007, sf. 81-82