main-banner







27 Mart 2012
Hacktivizm, İktidarlar ve Şeffaflaşma
“Sızıntı gazeteciliği”, basın tarihin başlangıcından beri vardır ve bilginin kamusallığının apaçık bir göstergesidir; tamamıyla meşrudur. Kendi vatandaşlarının ya da müşterilerinin arkasından dolap çeviren hükümetlerin veya şirketlerin kirli sırlarının ortalığa saçılması her durumda meşrudur ve uluslararası hukukla korunan bilgi edinme hakkının, basın özgürlüğünün asli bir parçasıdır. Wikileaks ile birlikte sızıntı gazeteciliğinin altın çağına girdik. Şimdi de Wikileaks benzeri yapıların çoğaldığını göreceğiz, görüyoruz da.
Çünkü bu çoklanabilir bir model. Daha şimdiden çevre sorunlarıyla ilgili sızıntıların yayınlandığı GreenLeaks, uluslararası ticaret sırlarının ortalığa döküldüğü TradeLeaks, Avrupa Birliği’nde dönen dolapları yayınlayan BrusselLeaks, veya RuLeaks, TuniLeaks, IndoLeaks gibi ülkelere özgü ulusal sızıntı kaynakları türedi bile. Bunlar daha da çoğalacak ve bence bu çok hayırlı bir gelişme. Artık sızıntı kaynakları New York Times, Washington Post gibi, hükümetleriyle ve şirketlerle göbek bağına sahip endüstriyel medya kuruluşlarının insafına kalmıyor. Sızıntıyı internete salmak yeterli (elbette doğru dürüst bir editörlük çalışması her zaman gerekiyor) ve sızıntı durdurulamaz bir biçimde her yere yayılıyor.
Durdurulamaz, çünkü bunu durdurmak için interneti “kapatmak” gerek ve bu hiç bir babayiğidin harcı değil. Mısır’ın devrik başkanı Mübarek interneti beş gün kapatarak ülke ekonomisine ciddi zarar vermekten de yargılanıyor ve bu umutsuz eyleminin borsayı çökertmek dışında bir işe yaramadığını biliyoruz.
Yani hükümetler, şirketler, bankalar, DTÖ, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar ve askeri-endüstriyel kompleksler de dahil olmak üzere artık tüm iktidar odaklarını daha da zor günler bekliyor; buna alışsalar ve gayri meşru işlere kalkışmadan önce iki kere düşünseler iyi ederler. Artık hiç bir şey gerçekten de gizli kalmıyor